Kid
Sorunu sor hemen cevaplansın.
kid teriminin İngilizce Türkçe sözlükte anlamı
- çocuk
Örnek Cümle:
Hiç çocukların var mı?
-Do you have any kids?
Örnek Cümle:
Çocukken pamuklu şekerin ve bulutların benzer olduklarını düşünürdüm.
-When I was a kid, I used to think that fairy floss and clouds were alike.
- küçük çocuk
- dalga geçmek {f}
- şaka yapmak {f}
- ufaklık {i}
- arkadaşlar
Örnek Cümle:
Tom ve ben çocukluğumuzdan beri iyi arkadaşlarız.
-Tom and I have been good friends since we were kids.
Örnek Cümle:
Çocukluğumda sınıf arkadaşlarım ve ben oynamak için bütün bilyeleri okula götürürdük. Bu günlerde çoğu çocuğun akıllı telefonları ve iPod'ları var.
-When I was a kid, my classmates and I would all take marbles to school to play with. These days, most kids have got smartphones and iPods.
- buzağı (Gıda)
- delikanlı
- keçi derisi (Tekstil)
- takılmak
- küçük
Örnek Cümle:
Küçükken, bulutları pamuk şekere benzetirdim.
-When I was a kid, I used to think that fairy floss and clouds were alike.
Örnek Cümle:
Bu çocuk küçük bir şeytan.
-That kid is a little demon.
- (Aİ) (kardeş) genç olan
- aldatmak
- işletmek
- oğlak derisi
- ayak yapmak
- genç
Örnek Cümle:
Ben genç bir çocukken annem bana hikayeler okurdu.
-My mother used to read me stories when I was a young kid.
Örnek Cümle:
Daha genç çocuklarla uğraşmayın.
-Don't pick on younger kids.
- oğlak
- dili takılmak
- k.dili. çocuk {i}
- şakadan aldatmak
- dili çocuk
- çocukcağız
- oğlak derisinden yapılan kösele
- oğlak eti
- kandırmak {f}
- k.dili. takılmak, işletmek, dalga geçmek {f}
- yavrulamak (keçi) {f}
- with kid gloves fazla nazik
- çocuk,v.şaka yap: n.çocuk
- kid gloved
- oğlak doğurmak {f}
- yavrucak
- takı
Örnek Cümle:
Eğer çocuklara göz kulak olursan, temizlenecek takım elbiseni alacağım.
-If you'll keep an eye on the kids, I'll take your suit to be cleaned.
Örnek Cümle:
O, caddede çocuklarla çok takılıyor.
-He hangs out a lot with the kids down the street.
- kiddy i
- kid
- yavrulamak
- keçi yavrusu
- individual
- (Hukuk) bireysel
Bir takım yıldızındaki bireysel yıldızlar birbirlerine çok yakın görünebilir fakat aslında onlar uzayda büyük mesafelerle ayrılabilir ve birbirleriyle hiç gerçek bağlantısı yoktur.
-The individual stars in a constellation may appear to be very close to each other, but in fact they can be separated by huge distances in space and have no real connection to each other at all.
Bireysel özgürlük, demokrasinin ruhudur.
-Individual freedom is the soul of democracy.
- Guy
- {i} adam
O araba satıcısı oldukça acayip bir adam.
-That car salesman was a pretty off the wall kind of guy.
Bu adamın ne düşündüğü hakkında hiçbir fikrim yok.
-I have no idea what that guy is thinking.
- guy
- herif
Siz acayip kılıklı herifler tamamen cahilsiniz.
-You guys are totally clueless.
Tom öyle herifleden nefret eder.
-Tom hates guys like that.
- person
- kişi
Bilal bilgili bir kişidir.
-Bilal is a person of knowledge.
Kilo almak, kişisel gelişimin en kolay metodudur.
-Weight increase is the easiest method for personal development.
- associate
- birleştirmek
- friend
- dost
Benim en iyi dostum bir kitaptır.
-My best friend is a book.
Gerçek dostluk paha biçilmezdir.
-True friendship is priceless.
- gentleman
- centilmen
O, mükemmel bir centilmendir.
-He is a perfect gentleman.
O gerçek bir centilmen.
-He is a real gentleman.
- individual
- birey
Bir bireyin hakları ve sorumlulukları vardır.
-An individual has rights and responsibilities.
Her insan bir bireydir.
-Each human being is an individual.
- gentleman
- beyefendi
İstasyonda güvenilir bir beyefendiyle karşılaştım.
-I met a certain gentleman at the station.
O mükemmel bir beyefendi.
-He is a perfect gentleman.
- partner
- ortak
Bir ortaklık kurmayı kararlaştırdılar.
-They agreed to form a joint partnership.
Sadece Tom'la ortak oldum.
-I just made Tom partner.
- dude
- ahbap
Saçma bir gece kulübündeyim, ahbap!
-I'm in a fricking nightclub, dude!
Parti harikaydı ahbap.
-That party was great, Dude.
- pal
- ahbap
Bana yardım ettiğin için teşekkürler, ahbap.
-Thank you for helping me, pal.
- buddy
- {i} ahbap
Onu izlesen iyi olur, ahbap.
-You'd better watch it, buddy.
- man
- insan
Bir sürü insan faturalarını ödeme konusunda endişeleniyor.
-Many people worry about paying their bills.
Bugün, bir sürü insan işsiz kalma konusunda endişeleniyor.
-Today, many people worry about losing their jobs.
- man
- erkek
Onun bir sürü erkek arkadaşı var.
-She has too many boyfriends.
Michael bir erkek adıdır ama Michelle bir bayan adıdır.
-Michael is a man's name but Michelle is a lady's name.
- boy
- {i} delikanlı
Bu, saatini bulan delikanlı.
-This is the boy who found your watch.
Karthik bir delikanlıdır.O iyi bir delikanlıdır.
-Karthik is a boy. He is a good boy.
- friend
- {i} ahbap
- associate
- {i} iş arkadaşı
- friend
- {i} arkadaş
Üniversite arkadaşım terör karşıtı.
-My university friend is against terror.
Batman, Robin ile arkadaştır.
-Batman is friends with Robin.
- boy
- {i} oğlan
Küçük oğlan hayvanat bahçesinde.
-The little boy is at the zoo.
Oğlana gönderilen mektupta ilginç bir öykü vardı.
-There was an interesting story in the letter to the boy.
- boy
- erkek çocuk
İki erkek çocuk yemeklerini kendi aralarında pişirdi.
-The two boys cooked their meal between them.
Tom ve arkadaşları sahilde oturdu ve erkek çocuklarının yüzmesini izledi.
-Tom and his friends sat on the beach and watched the boys swimming.
- partner
- eş
Güvercinler ömür boyu aynı eşle kalırlar.
-Pigeons stay with the same partner for life.
Eşinizle nasıl tanıştınız?
-How did you meet your partner?
- kid leather
- oğlak derisi
- kid stuff
- çocukça
- kid glove
- fazla nazik
- Kid's Conditioner
- Çocuklar için saç ya da cilt kremi
- kid around
- Dalga geçmek
- kid oneself
- (deyim) Kendini kandırmak
- kid so.
- çocuk çok
- kid so. into thinking st.
- çocuk çok. st içine düşünmek
- kid brother
- {k} ufak erkek kardeş
- kid glove
- kibarlık
- kid glove
- yumuşaklık
- kid glove
- oğlak derisi eldiven
- kid gloves
- (deyim) kid gloves ( genellikle treat/handle someone with...) birine karsi incelikle davranmak,bir seyi incelikle idare etmek
- kid sister
- {k} ufak kız kardeş
- kid's room sign
- (Bilgisayar) çocuk odası işareti
- individual
- özgün
- individual
- {s} birbirinden ayrı
Toplum ve birey birbirinden ayrılamazlar.
-Society and the individual are inseparable.
- buddy
- arkadaş
Eğer herkesle ve herhangi biriyle arkadaş olursan, çok geçmeden insanlar senin insanları memnun eden biri olduğunu düşünecekler.
-If you buddy up to everybody and anybody, pretty soon people will think you're just a people-pleaser.
O benim eski içki arkadaşım.
-He's my old drinking buddy.
- associate
- {i} ortak
Şirket birleşmeler ve diğer fırsatlar üzerinde çalışmak için 25 yeni ortak ekledi.
-The firm has added 25 new associates to work on mergers and other deals.
Dan, ortaklarına yalan söyledi.
-Dan lied to his associates.
- mate
- arkadaş
Tom ve arkadaşları alemlere akıp zil zurna sarhoş oldu.
-Tom and his mates went on a pub crawl and all ended up pretty drunk.
Tom yirmi altı yaşındayken hayat arkadaşı Mary'yle tanıştı.
-Tom met his life mate, Mary, at the age of twenty six.
- friend
- koruyan kimse
- associate
- {i} öğretim üyesi
- friend
- have a friend at court mahkemede dayısı olmak
- pal
- arkadaş
Tom'un Avustralya'da bir kalem arkadaşı var.
-Tom has a pen pal in Australia.
Onun birkaç mektup arkadaşı var.
-She has a few pen pals.
- individual
- {s} kişisel
Onun kişisel bir konuşma tarzı vardı.
-She had an individual style of speaking.
- buddy
- lan/arkadaş
- associate
- arkadaşlık etmek
- associate
- bağdaştırmak
- buddy
- kanka
Neden kankam bir geri zekalı?
-Why is my buddy an idiot?
- gentleman
- bey
Tom'un her inçi bir beyefendi idi.
-Tom was every inch a gentleman.
O mükemmel bir beyefendi.
-He is a perfect gentleman.
- guy
- {f} takılmak
Sanırım Tom siz arkadaşlarıyla iki gece peş peşe takılmak istemiyordu.
-I think Tom didn't want to hang out with you guys two nights in a row.
Fransızca çalışıyor olmalıyım ama siz arkadaşlarla takılmak daha eğlenceli.
-I should be studying French, but it's more fun hanging out with you guys.
- individual
- fert
- buddy
- kafadar
- fellow
- arkadaş
Koru yakıldı, alevler yükseldi, ve kısa sürede bayan Askew ve arkadaş şehitleriyle ilgili geriye kalan bütün şey dökülen bir küller yığınıydı.
-The wood was kindled, the flames arose, and a mouldering heap of ashes was soon all that remained of Mrs Askew and her fellow martyrs.
O gerçekten hoş bir arkadaş fakat ondan hoşlanmıyorum.
-He's quite a nice fellow but I don't like him.
- individual
- {s} özel
- buddy
- dili arkadaş
- buddy
- kardeş
Büyük bir hata yaptın, kardeş.
-You made a big mistake, buddy.
- Friend
- (isim) Enis">(isim) Enis
- Friend
- (isim) Enise">(isim) Enise
- associate
- arkadaş
Tom gibi insanlarla arkadaşlık etmem.
-I don't associate with people like Tom.
- associate
- {s} birleşmiş
- associate
- bağlı olan
- buddy
- birader
- fellow
- akademi üyesi
- friend
- {i} tanıdık
O, bir arkadaş değil ama bir tanıdıktır.
-He is not a friend, but an acquaintance.
Japonların tanıdıklarına karşı çok cana yakın oldukları ve tanımadıklarına çok ilgisiz oldukları söyleniyor.
-It is said that the Japanese are very friendly to those that they know, and very indifferent to those they don't.
- individual
- {i} şahıs
- individual
- {s} şahsi
- guy
- rezil etmek
- man
- yönetim
Ben bir yönetim danışmanıyım.
-I'm a management consultant.
Bay Johnson dikkatsiz yönetimi nedeniyle kaybedilen para miktarı hakkında endişe ediyordu.
-Mr Johnson was concerned about the amount of money that was being lost because of careless management.
- associate
- (Ticaret) hukuki ortak
- associate
- tabi
- associate
- yarı/muhabir üye
- associate
- (Ticaret) yardımcı
Dr. Hellebrandt bu mükemmel üniversitede yardımcı doçenttir.
-Dr. Hellebrandt is an associate professor in that excellent university.
- associate
- birliktelik kurmak
- associate
- birlikte
- associate
- (Ticaret) meslektaş">(Ticaret) meslektaş
- associate
- (Ticaret) ticari şirketin ortağı
- associate
- (Politika, Siyaset) ortaklık yapmak
- associate
- ilişkilendirilmiş
- associate
- ortaklık
- associate
- (Ticaret) ortaklık etmek
- associate
- (Ticaret) katılan
- associate
- (Ticaret) ortalı">(Ticaret) ortalı
- associate
- (Ticaret) ticari şirket ortağı
- associate
- iş ortağı
O, benim iş ortağımdı.
-He was my business associate.
Tom sadece bir iş ortağı.
-Tom is just a business associate.
- associate
- ilişkilendirme
Biz politikacıları iki yüzlülük ile ilişkilendirmek eğilimindeyiz.
-We tend to associate politicians with hypocrisy.
- associate
- (Ticaret) yasal ortak
- associate
- (Ticaret) iştirak
Üç iştirakçi yeni bir şirket kuracak.
-The three associates will set up a new company.
- associate
- (Matematik) yandaş">(Matematik) yandaş
- boy
- erkek genç
- boy
- çocuk garson
- boy
- ufaklık
- boy
- uşak
- boy
- kızan
- dude
- şehirden gelen tatilci, turist
- fellow
- üniversite öğretmeni
- fellow
- (Argo) genç adam
- fellow
- emsal
- fellow
- (Argo) delikanlı">(Argo) delikanlı
- fellow
- herifçioğlu
- fellow
- yakın arkadaş
- friend
- yakın
Köpekler insanın en yakın arkadaşlarıdır.
-Dogs are man's closest friends.
Adanın sakinleri cana yakındır.
-The inhabitants of the island are friendly.
- friend
- dostça davranmak
- friend
- yoldaş
- friend
- ayaktaş
- friend
- can
Tom hâlâ tamamen eskisi kadar arkadaş canlısı.
-Tom is still just as friendly as he used to be.
Erkek arkadaşım akıllı, yakışıklı, ve cana yakındır.
-My boyfriend is smart, handsome, and friendly too.
- guy
- halat
- guy
- gergi kablosu
- guy
- vento
- guy
- adamcık
- guy
- alaya almak
- guy
- ip
- guy
- herifçioğlu
- individual
- (Tıp) individual
- individual
- tekil
Tekil atomlar, molekülleri oluşturmak için diğer atomlarla birleşebilirler.
-Individual atoms can combine with other atoms to form molecules.
- man
- koca
Onlar karı kocaymış gibi davranıyorlar.
-They pretend to be man and wife.
Onlar karı koca oldu.
-They became man and wife.
- man
- zevk
Neden odun kesmekten büyük zevk alan bu kadar çok insan olduğunu biliyorum. Bu aktivitede sonuçları hemen anında görürsünüz. -- Albert EINSTEIN
-I know why there are so many people who love chopping wood. In this activity one immediately sees the results. -- Albert EINSTEIN
Bu vakitten sonra adam ve karısı birlikte o kadar mutlu yaşadılar ki onları görmek bir zevkti.
-From this time the man and his wife lived so happily together that it was a pleasure to see them.
- man
- kimse
Mağazayı pek çok kişiye sordum, ancak kimse onu duymamıştı.
-I asked many persons about the store, but no one had heard of it.
Hiç kimse hatasız değildir.
-No man is without his faults.
- man
- adam vermek
- man
- yeterince insan olmak
- man
- kent çapında ağ
- man
- el ile
El ile sürebilir misin?
-Can you drive manual?
- man
- mide
Lütfen beni güldürme. Dün bir sürü mekik çektim ve mide kaslarım ağrıyor.
-Please don't make me laugh. I did too many sit-ups yesterday and my stomach muscles hurt.
Hiç kimse boş mideyle vatansever olamaz.
-No man can be a patriot on an empty stomach.
- mate
- (Tıp) mate
- mate
- (Askeri) ikinci süvari
- mate
- birbirine geçirmek
- poor kid
- çocukcağız
- with kid gloves
- tatlılıkla
- gentleman
- {i} bay
Gerçek bir beyefendi bir bayanı bekletmemeli.
-A true gentleman must not keep a lady waiting.
Bay Hawk nazik bir beyefendidir.
-Mr. Hawk is a kind gentleman.
- person
- adam
Donald Trump ünlü bir iş adamıdır.
-Donald Trump is a famous business person.
Tom sempatik bir adam.
-Tom is an agreeable person.
- associate
- hakları sınırlı üye
- associate
- düşünmek
- associate
- {f} ortak ol
- associate
- ortak çalışma arkadaşı
- associate
- birleşmek
- boy
- Vay be!
Vay be, bu cümle de amma tantana kopardı.
-Boy, that sentence sure caused a kerfuffle.
- boy
- Vay canına!
- boy
- Üf!
- buddy
- ulan
- buddy
- lan
- dude
- züppe adam
- fellow
- benzer
- fellow
- dost
Sami dostu olan itfaiyecilerle takılıyordu.
-Sami hanged out with his fellow fire fighters.
- fellow
- hemcins
- fellow
- adam
O, çok hoşgörülü bir adamdır.
-He is a very decent fellow.
Fred tembel bir adam.
-Fred is a lazy fellow.
- fellow
- kişi
- gentleman
- {i} kibar kimse
- gentleman
- adam
Sen bir beyefendi ve bir bilim adamısın.
-You're a gentleman and a scholar.
Adamı örnek bir beyefendi olarak tanımladı.
-He described the man as a model gentleman.
- guy
- {f} alay et
Bütün adamlar onunla alay ettiler.
-The guys all made fun of him.
- handle with kid gloves
- üzerine titremek
- handle with kid gloves
- çok nazik davranmak
- individual
- individuallyayrı ayrı
- individual
- kişi
Onun kişisel bir konuşma tarzı vardı.
-She had an individual style of speaking.
Benzer simaları olduğu için polisin iki kişiyi birbiriyle karıştırmış olması muhtemel.
-It is likely that the police confused the two individuals as they both had similar facial features.
- individual
- {s} 1. her ... kendi ...: This decision will be up to the individual agencies. Bu konuda her acente kendi kararını verecek. The individual
- individual
- insan
Her insan bir bireydir.
-Each human being is an individual.
- individual
- tek
Tekil atomlar, molekülleri oluşturmak için diğer atomlarla birleşebilirler.
-Individual atoms can combine with other atoms to form molecules.
- individual
- her ... kendi ...: This decision will be up to the individual agencies. Bu konuda her acente kendi kararını verecek. The individual
- individual
- başlı başına
- man
- adam
Polis adamın peşinde.
-The police are after the man.
Polis bir adamla sokakta konuştu.
-The policeman spoke to a man on the street.
- Guy
- {i} tip
O, kadınları ciddiye almayan adam tipidir.
-He's the type of guy who doesn't take women very seriously.
Barın önünde çok sayıda acayip kılıklı tipler takılıyordu.
-Several guys were hanging around in front of the bar.
- Man
- Man
- associate
- benzetir
- associate
- ile görüşmek
- associate
- {f} ilişkilendir
Sık sık siyahı ölümle ilişkilendiririz.
-We often associate black with death.
Biz özgürlük dediğimizde onu Lincoln ile ilişkilendiriyoruz.
-When we say liberty, we associate it with Lincoln.
- associate
- Birbirleriyle ilişkilendirmek, aralarında ilişki kurmak
Which of these phrases do you associate with the pictures?.
- bro
- (Brother) Bir hitap kelimesi olarak, "kardeş", "dostum", "arkadaşım", "kanka"
- buddy
- Dostluk kurmak, arkadaş olmak
- dude
- giyimine aşırı düşkün erkek
- dude
- Kanka
- dude
- Amerikalıların günlük konuşma dilinde birbirlerine hitap etmek için kullandıkları kelime
- dude
- adamın
- first aid kid
- ilk yardım kid
- friend
- arkadaşı
- friend
- arkadaşın
- grand kid
- büyük çocuk
- guy
- halat/adam
- guy
- korkuluk
- guy
- germe halatı
- guy
- herifin
- guy
- acayip kılıklı tip
İlgili Terimler
kid teriminin Türkçe Türkçe sözlükte anlamı
- boy
- Uzunluk
- Boy
- (Osmanlı Dönemi) TUL
- Boy
- KLAN
- Boy
- anar
- Boy
- kamet
- Boy
- kabile
- DUDE
- (Osmanlı Dönemi) Kurtcağız, küçük solucan, böcek
- MA'KİD
- (Osmanlı Dönemi) Düğüm yeri. Bağ. Akdedilecek yer
- Son
- nihayet
Nihayet doktorun sekreteri Tom'un adını seslendi.
-Sonunda doktorun sekreteri Tom'un ismini çağırdı.
Tom nihayet eşcinsel olduğunu itiraf ettiğinde herkes zaten onun eşcinsel olduğunu biliyordu.
-Tom sonunda kabullenmeye karar verdiğinde herkes zaten onun eşcinsel olduğunu biliyordu.
- TA'KİD
- (Osmanlı Dönemi) Edb: İbareyi veya cümleyi anlaşılmaz şekle koyma
- TA'KİD
- (Osmanlı Dönemi) Düğümlenme, düğümleme
- TE'KİD
- (Osmanlı Dönemi) Üsteleme. Bir iş için evvelce yazılan bir yazıyı tekrarlama
- TE'KİD
- (Osmanlı Dönemi) Kuvvetlendirme, sağlamlaştırma
- boy
- Destan: "Boy boyladı, soy soyladı."- Dede Korkut
- boy
- Bir şeyin tabanı ile en yüksek noktası arasındaki uzaklık
- boy
- Yol, ırmak, deniz kıyısı: "Sınır boylarındaki şeyhlerin göğsünde İngiliz ve Alman nişanları yan yana idi."- F. R. Atay
- boy
- Uzaklık: "Günde üç boy şehrin öbür ucuna gider, gelir."- H. Taner
- boy
- Bir şeyin tabanı ile en yüksek noktası arasındaki uzaklık: "Boyu uzundu, yalnız biraz fazla semizdi."- Ö. Seyfettin
- boy
- Dede Korkut kitabında destan, hikaye anlamında kullanılan sözcük
- boy
- Zerdüştiler'de sunulan tütsü
- boy
- Afrika ve Asya ülkelerinde genç yerli hzimetçilere ingilizlerin verdiği ad
- boy
- Uzaklık
- boy
- Ortak bir atadan türediklerine, birbirleriyle kan akrabalığı bulunduğuna inanarak evlenmeyen, toplumsal ve ekonomik ilişkilerini anaerkil, ataerkil anlayışı uygulayan geleneksel topluluk, kabile, klan: "Türk boyları birbirlerini kardeş tanıyorlar."- O. S. Orhon
- boy
- Destan
- boy
- Yol, ırmak, deniz kıyısı
- boy
- Bir yüzeyde, en sayılan iki kenar arasındaki uzaklık, en karşıtı
- boy
- Kumaş için ölçü
- guy
- Müslümanlara karşı savaşlarda krallığını kaybeden Kudüs Haçlı kralı(1187)
İlgili Terimler
kid teriminin İngilizce İngilizce sözlükte anlamı
- A young antelope
- A child or young person
Örnek Cümle:
a kid brother.
- To make a fool of (someone)
- To joke
Örnek Cümle:
Only kidding.
- Kidskin
- Of a goat, the state of being pregnant: in kid
- A young goat
- To make a joke with (someone)
- Of a goat, to give birth to kids
- a young goat, child, apprentice, faggot {n}
- to bring forth as a goat, to bundle up {v}
- If you are kidding, you are saying something that is not really true, as a joke. I'm not kidding, Frank. There's a cow out there, just standing around Are you sure you're not kidding me?
- If you kid someone, you tease them. He liked to kid Ingrid a lot He used to kid me about being chubby
- A kind of leather made of the skin of the young goat, or of the skin of rats, etc
- A fagot; a bundle of heath and furze
- tell false information to for fun; "Are you pulling my leg?"
- soft smooth leather from the hide of a young goat; "kid gloves" be silly or tease one another; "After we relaxed, we just kidded around
- feelings You can say `you've got to be kidding' or `you must be kidding' to someone if they have said something that you think is ridiculous or completely untrue. You've got to be kidding! I can't live here!
- timoun
- feelings You can say `No kidding?' to show that you are interested or surprised when someone tells you something. `We won.' --- `No kidding?'
- A small wooden mess tub; a name given by sailors to one in which they receive their food
- If people kid themselves, they allow themselves to believe something that is not true because they wish that it was true. We're kidding ourselves, Bill. We're not winning, we're not even doing well I could kid myself that you did this for me, but it would be a lie. = fool
- A kid is a young goat
- of Kythe
- soft smooth leather from the hide of a young goat; "kid gloves"
- be silly or tease one another; "After we relaxed, we just kidded around"
- a youthful expert; chiefly used attributively; as, kid Jones
- young goat
- English dramatist (1558-1594)
- Kid leather was often used in the construction of antique dolls Made from the skin of a goat, this kid leather was used in creating the older dolls bodies
- You can say `who is she kidding?' or `who is he trying to kid?' if you think it is obvious that someone is not being sincere and does not mean what they say. She played the role of a meek, innocent, shy girl. I don't know who she was trying to kid. See Thomas Kyd
- Gloves made of kid
- a human offspring (son or daughter) of any age; "they had three children"; "they were able to send their kids to college"
- You can refer to your younger brother as your kid brother and your younger sister as your kid sister
- Khao-I-Dang
- be silly or tease one another; "After we relaxed, we just kidded around
- You can refer to a child as a kid. They've got three kids All the kids in my class could read
- To bring forth a young goat
- child, youngster; young goat; goat skin; goat skin glove {i}
- joke, jest; tease; deceive, delude; behave foolishly (Slang) {f}
- pp made known es kid has befallen [< OE cyðan]
- a young person of either sex; "she writes books for children"; "they're just kids"; "`tiddler' is a British term for youngsters"
- A leather made from the skin of a goat and used in the construction of antique doll bodies
- A young child or infant; hence, a simple person, easily imposed on
-
Soru Tarat
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.